18. yüzyılda yaşayan Fransız filozof Condillac, “Akıl yürütme sanatı, konuşma sanatından başka bir şey değildir.” ve “Bilim, iyi kurulmuş bir dildir.” diyor.
Konuşma, sese dayanan bir bildirişme eylemi, iletişimin ise en önemli öğesidir. Dil sesle başlar, sesin söze dönüşmesi, konuşma hâline gelebilmesi ise binlerce yıllık bir geçmişe dayanır.
Bütün dillerde konuşma, konuşma organlarının (akciğer, gırtlak, ağız, burun boşluğu, dil dişler ve dudaklar) yardımıyla bir sesletimi ifade eder. Her insan, doğuştan herhangi bir sağlık sorunu yoksa konuşma yetisiyle doğar. Konuşma, düşünmekle birlikte, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliktir. İnsanları diğer insanlardan ayıran, onu daha başarılı, öz güvenli ve yetkin kılan ise nasıl konuşulacağını bilmesi, sözcüklerini özenle seçebilmesi, sözcüklerin telaffuzunu, vurgu ve tonlamasını eksiksiz yapabilmesi, kısaca doğru ve etkili konuşabilmesidir.
Yunus Emre’nin söz üzerine yazdığı şu dizeler bunu çok daha etkili bir biçimde anlatmaktadır:
“Sözü bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz

Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı bal’ıla yağ ede bir söz”

Konuşma her insanda bulunan bir yetenek olsa da daha güzel, doğru ve etkili konuşma ve bunun geliştirilmesi her zaman mümkündür. Bunun için güzel konuşulan bir çevrede içinde yetişmenin önemi göz ardı edilemez. Bu mümkün değilse bile kişinin kendinde fark ettiği eksik ve yanlışları düzeltme isteğiyle başlayıp doğru ve etkili konuşmanın yol ve yöntemlerine ulaşmaya çalışmasıyla devam eden süreç, kişiye hem gündelik yaşamında hem de iş yaşamında olumlu katkılar sağlayacaktır.
Burada “anadili” kavramı üzerinde özellikle durulmalıdır. Günümüzde özellikle iş dünyasında yetkin ve aranan özellikleri taşıyan bir birey olabilmenin en önemli koşulu en az bir yabancı dili iyi seviyede bilmek ve konuşmaktır. Fakat zamanla görülmüştür ki bilinen yabancı dil sayısından daha önemli olan, kişinin anadilini ne ölçüde doğru bildiği ve doğru kullandığı sorunsalıdır. Kendini ve işini kendi dilinde iyi ifade edenler, diğer dillerde bunu sağlamakta zorluk çekmeyecektir. Dilbilimde genellikle “bir kimsenin bilinçli bir öğrenim evresi olmaksızın önceki kuşaklar ya da çevresinden kazandığı dil” ya da “insanın çocukken çevresindeki yetişkinleri taklit yoluyla edindiği dil” olarak tanımlanan anadili; adından da anlaşılacağı gibi annenin dilinin ses dizgesi, vurgu, ton gibi özelliklerinin büyümekte olan çocuğun diline yerleşmesidir. Dış görünüm olarak bu özellikleri taşıyan anadili, aynı ulustan, aynı dil birliği içindeki kişilerde ortak bir “evreni anlama ve anlatma yolu”nu da içinde barındırır. Bir başka deyişle insanlar, anadiliyle birlikte, o dili konuşan toplumun düşünce dünyasını, el ve yüz hareketlerini, çeşitli olaylar karşısındaki tepkilerini de öğrenirler. Dolayısıyla bu dilin kurallarını özümseyerek onu doğru öğrenmek, kullanmak ve müziğine uygun sesletmek; kişinin kendini anlatırken ve iletişim kurarken aynı zamanda onun evrene açılan penceresi olacaktır.
Konuşma, bir yönüyle de belli oranda bir kültür birikimini gerektirir. Bugün önemi daha da anlaşılan, iletişimin olmazsa olmazı konumundaki etkili konuşma ve bunun bir parçası olan doğru telaffuz (diksiyon) kişiye yaşamının her alanında önemli katkı sağlayacaktır.
Konuşma sanatı olarak tanımlanabilecek hitabet ise toplum önünde konuşan kişilerin sahip olması gereken temel bazı nitelikleri içerir. İyi bir konuşmacı olmak, tek tek bireyleri ya da kitleleri etkileyip ikna edebilmek, konuşulan dilin (Türkçenin) doğru ve etkili kullanımın yanı sıra sunum becerilerinin kazanılmasıyla mümkündür.